Sayfalar

28 Kas 2010

Mecburiyetten

Bunalıma girmek için bütün hafta Alice in Chains(Jar of flies), bunalımdan çıkmak için bir kere Hey Jude dinlemek.

***

**

*

Keşke hep gece olsa. Gündüzleri sevmiyorum. Özellikle sabahın erken saatlerini. Mümkün olsa kimseyle konuşmam, zaten mümkün olsa okula da gitmem. Ama her şey mecburiyetten. Mazhar, Fuat ve Özkan amcalar benim yerime söylemişler; Mecburen.

Sabahları okula beraber gittiğim bir kız var. Mecburen. Hani ilkokuldan tanıştığımız için, evi bizim eve fazla yakın olduğu ve yolumun üstünde olduğu için bir de aynı sınıfta olduğumuz için, onunla gitmek zorunda kalıyorum. Yazık. Kız benim en suratsız halimi çekiyor her sabah. Ben konuşmuyorum, müzik dinliyorum. O arada bir şeyler söylüyor. Tamam çocukken konuşacak bir şeyler buluyorduk, eğleniyorduk belki ama şimdi... Ne diyordum...mecburiyetten.

27 Kas 2010

Yükseltgenme Basamağı

Az önce, birden aklıma geldi. Önemsiz. Neden bilmiyorum ama söylemek istiyorum. 9. sınıfta kekeme bir kimya öğretmenimiz vardı, herkesin dalga geçtiği. Ama ben tuhaf bir şekilde severdim onu.

***


23 Kas 2010

Help me from myself

Evden çıkarken, kapıyı kapatır kapatmaz bir şey unutmuş gibi oluyorum. Bir kaç saniye durup ne unuttuğumu düşünüyorum. Yanımda olması gereken her şeyi kontrol ediyorum, görünürde bir eksik yok, her şey tamam. Ama o "bir şey unutmuşluk" gün boyu peşimi bırakmıyor. Eve döndüğümde farkediyorum ki unuttuğum aklımmış, ruhummuş, hislerim, düşüncelerimmiş... Sadece bedenim geziyormuş, "ben" aslında hep evdeymiş.


I'll stay home forever where two and two always makes a five. 


_______________________________________________________________________________________________

16 Kas 2010

1994 - ????

Küçükken bu yaşadığımız anların aslında çoktan yaşanmış ve bitmiş olduğunu sanıyordum. Hani sinemaya gittiğimizde kısa süreliğine hayattan kopup kendimizi filme kaptırdığımız anlar vardır ya, işte sanki hep o sinema koltuğundaymışım gibi hissederdim. Her şey yaşanmış ve bitmiş. Geçmiş nasıl değiştirilemezse gelecek de aynı, çoktan geçmiş. Diye düşünürdüm.
Güldüğümde filmin komik ya da neşeli bir sahnesini, ağladığımda hüzünlü bir sahnesini izliyormuşum gibi gelirdi. Uzunca bi' zaman hep böyle düşündüm. Sonra bazı dönemler oldu, kendimi hayatın rutinine kaptırdım. Yaşıtlarım gibi "normal" (neye göre? kime göre?) oldum. Güzellik, çirkinlik, arkadaşlar, alışveriş, okul, erkekler, karşılıksız aşklar vs. sıradan konularla ilgilenmeye başladım. Artık o sinema koltuğunda değildim. Kendimi oyuncu gibi hissediyordum. Şimdiyi oynuyordum.Başroldeydim. Herkes benimle ilgileniyor, her şey benim etrafımda dönüyordu. Yani bana öyle geliyordu. Sonraki üç-dört senede de senarist gibi hissediyordum kendimi. Bu benim hayatım, ben yazmalıyım. Geçmiş geçmiş olabilir ama önümde kocaman bir gelecek var, bunu şekillendirmek benim elimde. Diyordum kendime. Son zamanlarda ise ( bir seneden fazla ) hiçbir şey hissetmiyorum. Ama anladığım bir şey var. Önemli olan yönetmen olabilmek. Oyuncu,senaryo hatta izleyici kitlesi, her şey yönetmene bağlı. Fakat ne yazık ki kimsenin kendi hayatında yönetmen olduğunu sanmıyorum. Biri/leri ya da bir şey/ler tarafından yönetildiğimiz gerçeği ağır basıyor. Bu konudaki şüphelerim had safhada olduğu için yazımı burada noktalıyorum.

Nokta,nokta,nokta.

14 Kas 2010

Uğultu

Çok fazla gürültü var. Ve ben artık bu seslere tahammül edemiyorum. Okulda, sokakta, evde, her yerde çok fazla gürültü var. Ve ben artık bu seslere tahammül edemiyorum.

konuşmalar gülüşmeler ağlaşmalar bağırışmalar fısıltı çıtırtı patırtı şırıltı şangırtı gıcırtı tıkırtı araba fren korna siren uçak helikopter tren televizyon telefon bilgisayar müzik sesleri buzdolabı çamaşır makinesi çocuklar oyuncaklar oyunlar mutfak sesleri kapı zil apartman komşu sesleri merdiven adımlar kocaman adımlar topuklu adımlar tik tak tak tuk


Her köşeden, her kenardan duymak istemediğim sesler geliyor.Sayabileceğimden çok daha fazla ses büyüyor büyüyor ve kafamın içinde dolup taşıyor. Yapmam gereken yığınla iş varken bu uğultu yüzünden kala kalıyorum. Uyuyamıyorum bile !

Beni sessiz, çok sessiz bir yere götürün.

13 Kas 2010

I'm a loser

Dışardan göründüğüm gibi kendine güvenen, güçlü ve umursamaz olmadığımı bilmenizi isterim. Çünkü ben son derece zayıf karakterli, inanılmaz utangaç biriyim ve de umursadığım şeyler var. Çevreye karşı kullandığım bu taktik ise sadece kendime güvensizliğimden kaynaklanıyor.

Aslında "taktik" demek ne kadar doğru olur bilmiyorum. Çünkü bilinçli yaptığım bir şey değil bu. Benim irademden bağımsız olarak gerçekleşen bir durum. Güneşe baktığımızda ister istemez gözlerimizi yumarız. Toplum içine girdiğimde ben yine ister istemez gözlerimi yumuyorum, elbette mecazi anlamda. Kimseyi görmediğimde; en güçlü ben oluyorum, güçlü olduğum için kendime güveniyorum ve başkalarını umursamıyorum, yani öyle olduğumu düşünerek kendimi kandırıyorum. Ne kadar safım ki bunu bildiğim halde her seferinde kendime inanıyorum. Kendimle başbaşa kaldığımda ise yine kandırabilmenin vardiği hazla bana kocaman kahkahalar atıyor ve ben yine kandırılmış olmanın eziklliğiyle kahkahaları bastırmaya çalışan çığlıklar atıyorum. Kendimi bu kadar iyi tanıyıp, tanımlayabiliyorken kusurlarımı onaramamam da komik !

***

İlgiye ve bolca sevgiye muhtaç savunmasız bir şeyim ben, evet. Birisi tarafından korunmaya ihtiyacım var. Bu birisi beni korusun, ben bunu hissedeyim ama bunu öyle yapsın ki beni koruduğunu göstermesin. Sadece o güveni hissedeyim. Bence o zaman biraz daha iyi şeyler olabilir. Böyle konuşunca kendimi dövmek istiyorum.

***

Beni seven insanları anlamıyorum. Acaba diyorum ben ben olmasaydım beni sever miydim? Belki de sevilmeyecek biri değilimdir. Bunu biraz düşünmeliyim.

***

Madem karman çorman ettim yazıyı şunu da söyleyeyim bari. Resim çizebilmeyi çok isterdim.


8 Kas 2010

Yarı iletkenim, biraz içim dışımda.

Sakin.
Özlemişim. Eh epey oldu tabi.
Yeni albüm ne zaman acaba?
Neyse olan şarkılar da yeter ki.

canıma estikçe


6 Kas 2010

mmmm

Bu hafta çok uyudum. Özellikle üç günüm uyumakla geçti. Okuldan geldim yatağa attım kendimi. Uyandığımda akşam olmuştu. Zar zor kalktım, yapılması gereken bir kaç işimi hallettim, midemdeki boşluğu biraz bastırmak adına ağzıma bir şeyler tıkıştırdım ve yattım. Henüz soğumamıştı bile çarşafım. Aslında uykum olduğundan uyumuyorum. Çok sıkıldığın anlar olur. Hani yapacak bir şey bulamazsın, bulursun da ondan bile sıkılırsın, canın istemez, çikolata bile yemek istemezsin !?, değil sohbet etmek en ufak sorulara cevap verecek hal bulamazsın kendinde... İşte o zaman sonsuza kadar uyumak istiyorum. Bu hafta yine öyle bir haftaydı. Yani bu tatsız hallerin en yoğun olduğu haftaydı. Çok uyudum ve çok rüya gördüm. Bir senelik rüya ihtiyacımı karşılayacak kadar çok -mübalağa- Garip olan ise; her rüyamda aynı kişiyle beraberdim. Mekan, zaman ve olaylar değişiyordu ama biz hep vardık, hep aynıydık. O kadar çok gördüm ki artık gerçek mi rüya mı karıştırmaya başlamıştım. Sanki o da uyuyor uykumuzda buluşuyorduk. Yani ben öyle hissediyordum, öyle olmadığını anlayana kadar. Kötü değildi onu görmek, en azından önceki haftaki kâbuslardan iyiydi.

Bu rüya müya işleri çok ilginç yahu.