Sayfalar

28 Oca 2011

Keşke SpongeBob olsaydım

Gerçek anlamda en son ne zaman eğlendiğimi hatırlamıyorum! Bunu benim sıradan kuruntularımdan biri olarak düşünebilirsiniz. Ki ilk başta ben de öyle düşünmüştüm. Ama uzun zamandır yaşamımı özellikle bu açıdan gözlemliyorum. Hüzünlü olan, bir şeylerden keyif almadığını farketmek değil, uzun düşünmelerden sonra bu gerçeği  kabul etmek. Chopin cenaze marşını çalıyor. Artık yapacak bir şey yok. Omuzlarım düşük, suratım asık, nefes almaya devam ediyorum.

Yine

Yatağa girip uyumaya çalışırken aklıma yüzlerce konu geliyor yazacak. Cümleleri bile kurguluyorum kafamda. Silip, silip tekrar düşünüyorum. Tamam, oldu diyorum. Kalkıp bilgisayarı açıyorum. Ellerimi başlangıç cümlemin ilk kelimesini yazmak üzere klavyeye yaklaştırdığımda, hepsini unutuyorum. Az önce düşünmüş olduğum tüm cümleler uçuyor, kayboluyor, ışınlanıyor sanki. Ben de yanıp sönen imleçle başbaşa kalıyorum.

Yine.

Ve yazmayı planladığım konulardan çok çok farklı ve bi o kadar gereksiz yazılar yazıyorum. İşin kötüsü uykum da kaçıyor. :/

19 Oca 2011

River of deceit

Blogu kapatmayı düşünüyorum.





- Nedenini de belirttiğim bir yazı yazmıştım. Ama sonra vazgeçtim yayınlamaktan. Neyse, canım öyle istiyor diyelim.

6 Oca 2011

Galiba öleceğim

Baş ağrısı. Hayır; şiddetli baş ağrısı. Cık; çok şiddetli baş ağrısı.
Son zamanlarda sıkıntı çektiğim tek konu.
Nedenini bilmiyorum, doktora da gitmiyorum.
İşin aslı beni doktora götüren biri yok.
Sıradan hafif baş ağrılarından biridir diye önemsemiyor annem.
Bir ağrı kesici ve "bıktım senin ağrılarınan, git uyu banane".
Annemi sevmiyorum bazen. Annemi çoğu zaman sevmiyorum.
Başım çok ağrıyor.
Beynimde tümör olsa diyorum.
Hastane, ameliyatlar, doktorlar,  bir sürü şey kurguluyorum.
Çok yakında öleceğim galiba.
Sanki gerçekmiş gibi benim için üzülmelerini istiyorum.
Gerçekten hasta ve zavallı hissediyorum.
Abartıyorum.
Belki başım ağrımıyor bile.
Belki sadece uyduruyorum.
Böyle kendi kendime konuşuyorum.
Puff. Şimdi gidip uyuyacağım.

5 Oca 2011

Nothing's gonna change my world

Belki de bu kadar acele etmemeliyim. Neden koşuyorum ki? On yedi (17) yaşındayım. yetişkin değilim, çocuk değilim. Genç veya daha yaygın bir kullanım olan ergen denilen yaştayım, bu önemli değil. On yedi senedir yaşadığım hayat sadece bir koşuşturma; önemli olan da bu.  Tedirgin olduğum konu ise on yedi senedir bir koşuşturma içinde olmam değil fakat bir on yedi sene ve bir on yedi sene daha hep bu koşuşturmada sürüklenecek olmam. Bunu anlamak için ne kâhin olmak ne de çok zeki olmak gerekiyor. Sadece başımı kaldırıp şöyle bir çevreme baktığımda olacakları tahmin etmek kolay.

Kalan günlerimin böyle koşturarak ve sonunda hiçbir şey kazanarak geçmesini istemiyorum. Macera dolu bir hayat da boyumu aşar. Bisikletle dünyayı dolaşan insanlar var mesela. Çok kıskanırım böyle gezginleri. McCandless filan. Ama bir an sonra böyle bir şey yapabilecek kadar cesur ve hırslı olmadığımı hatırlarım.

Aslında tam olarak istediğim ; sessiz, sakin ve mümkün en az nüfusa sahip deniz kıyısında kasaba gibi bir yerde, minik bir evde, sevdiğim ve ihtiyacım olan şeylerle birlikte huzur dolu bir hayat ve mutlu bir ölüm. Tek başıma yaşamak istiyorum, evet. Ama arada bir ziyarete gelmenizden memnun olurum...

Bunların yalnızca hayal olduğunu bilmek çok can sıkıcı. Ve ben bugün yine okula gitmedim.

3 Oca 2011

Bir iki üç TIP.

Sessizliğimi; içine kapanık, sorunlu olarak yorumluyorlar. Oysa ben onları konuşacak kadar değerli görmediğim için susuyorum.


Ben kendimle aslında çok iyi vakit geçiriyorum. Şu parazitler de olmasa...