Sayfalar

16 Ara 2010

Help!

İstemiyorum hiçbir şey, istediğim bir şey yok... gibi laflar ederim. Yalan söylediğimi düşünebilirsiniz. Çünkü yalan söylüyorum. Elbette istediğim şeyler var. Bir çok şey. Belki büyük belki küçük belki maddi belki manevi bir çok şey. Elde ettiğimde hiçbiri umrumda olmayacak, evet. Her biri gözümdeki değerini inanılmaz bir hızla kaybedecek ve yeni tatmin edilmeyi bekleyen istekler doğuracak. Bunları biliyorum. Bildiğim halde istemeye devam ediyorum. Ama sadece istediğimle kalıyorum.

Sonucu ne kadar beyhude olursa olsun kişi, isteklerinin gerçekleşmesi için uğraşır, elinden geleni yapar. Çünkü "hayat bir şeyin peşinden koşuyor olmadıkça neşeli bir şey olmuyor." Bir şeylerin peşinden koşmak içinse içimizde hırs ve azim duygularını barındırmamız gerekiyor. Aksi halde kişi kendini hissiz, tatsız bir boşluk içinde bulacaktır.

Benim sorunum da burada doğuyor. Bir çok şey istememe rağmen, onların önündeki engelleri aşmak için herhangi bir çaba sarf etmiyorum, edemiyorum. Çünkü içimde en ufak hırs kırıntısı yok. İstediğim şey olursa iyi ama olmazsa da olmasın. Onu oldurmaya çalışmam, peşini hemen bırakırım. Bir şeylerden çabuk sıkılmam da bu yüzdendir. Israrcı olmayışım da.

İşte bunlar yaşamak zorunda olduğum hayatımı büyük ölçüde hem de olumsuz yönde etkiliyor. Az önce bahsettiğim boşluk duygusunu da göz önüne alırsak, hem çok sakin hem de... aslında bu durumu tam anlamıyla karşılayan bir kelime aklıma gelmiyor.

Şimdi; kendimi, tüm hayatımı ona adayacağım bir şey bulmayı umut ediyorum. Ama bunun da kalıcı bir çözüm olduğunu, ya da bende işe yarayacağını sanmıyorum.

And that's all I have to say about that.

6 Ara 2010

Naive

Ben şey... ıım aslında... hayır.  ama belki de... yok yani sanırım... bilmiyorum,bilmiyorum.

3 Ara 2010

Sappy

Garip bir sevinç var içimde.

Gitar çalarken şarkı söyleyemem. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım olmaz. Ya sözleri karıştırırım ya notaları. Ama bu hafta nasıl olduysa o çok sevdiğim iki şarkıyı hem çaldım hem söyledim. Fakat hâlâ bir sorunum var. Benim sesim çok çirkindir.

28 Kas 2010

Mecburiyetten

Bunalıma girmek için bütün hafta Alice in Chains(Jar of flies), bunalımdan çıkmak için bir kere Hey Jude dinlemek.

***

**

*

Keşke hep gece olsa. Gündüzleri sevmiyorum. Özellikle sabahın erken saatlerini. Mümkün olsa kimseyle konuşmam, zaten mümkün olsa okula da gitmem. Ama her şey mecburiyetten. Mazhar, Fuat ve Özkan amcalar benim yerime söylemişler; Mecburen.

Sabahları okula beraber gittiğim bir kız var. Mecburen. Hani ilkokuldan tanıştığımız için, evi bizim eve fazla yakın olduğu ve yolumun üstünde olduğu için bir de aynı sınıfta olduğumuz için, onunla gitmek zorunda kalıyorum. Yazık. Kız benim en suratsız halimi çekiyor her sabah. Ben konuşmuyorum, müzik dinliyorum. O arada bir şeyler söylüyor. Tamam çocukken konuşacak bir şeyler buluyorduk, eğleniyorduk belki ama şimdi... Ne diyordum...mecburiyetten.

27 Kas 2010

Yükseltgenme Basamağı

Az önce, birden aklıma geldi. Önemsiz. Neden bilmiyorum ama söylemek istiyorum. 9. sınıfta kekeme bir kimya öğretmenimiz vardı, herkesin dalga geçtiği. Ama ben tuhaf bir şekilde severdim onu.

***


23 Kas 2010

Help me from myself

Evden çıkarken, kapıyı kapatır kapatmaz bir şey unutmuş gibi oluyorum. Bir kaç saniye durup ne unuttuğumu düşünüyorum. Yanımda olması gereken her şeyi kontrol ediyorum, görünürde bir eksik yok, her şey tamam. Ama o "bir şey unutmuşluk" gün boyu peşimi bırakmıyor. Eve döndüğümde farkediyorum ki unuttuğum aklımmış, ruhummuş, hislerim, düşüncelerimmiş... Sadece bedenim geziyormuş, "ben" aslında hep evdeymiş.


I'll stay home forever where two and two always makes a five. 


_______________________________________________________________________________________________

16 Kas 2010

1994 - ????

Küçükken bu yaşadığımız anların aslında çoktan yaşanmış ve bitmiş olduğunu sanıyordum. Hani sinemaya gittiğimizde kısa süreliğine hayattan kopup kendimizi filme kaptırdığımız anlar vardır ya, işte sanki hep o sinema koltuğundaymışım gibi hissederdim. Her şey yaşanmış ve bitmiş. Geçmiş nasıl değiştirilemezse gelecek de aynı, çoktan geçmiş. Diye düşünürdüm.
Güldüğümde filmin komik ya da neşeli bir sahnesini, ağladığımda hüzünlü bir sahnesini izliyormuşum gibi gelirdi. Uzunca bi' zaman hep böyle düşündüm. Sonra bazı dönemler oldu, kendimi hayatın rutinine kaptırdım. Yaşıtlarım gibi "normal" (neye göre? kime göre?) oldum. Güzellik, çirkinlik, arkadaşlar, alışveriş, okul, erkekler, karşılıksız aşklar vs. sıradan konularla ilgilenmeye başladım. Artık o sinema koltuğunda değildim. Kendimi oyuncu gibi hissediyordum. Şimdiyi oynuyordum.Başroldeydim. Herkes benimle ilgileniyor, her şey benim etrafımda dönüyordu. Yani bana öyle geliyordu. Sonraki üç-dört senede de senarist gibi hissediyordum kendimi. Bu benim hayatım, ben yazmalıyım. Geçmiş geçmiş olabilir ama önümde kocaman bir gelecek var, bunu şekillendirmek benim elimde. Diyordum kendime. Son zamanlarda ise ( bir seneden fazla ) hiçbir şey hissetmiyorum. Ama anladığım bir şey var. Önemli olan yönetmen olabilmek. Oyuncu,senaryo hatta izleyici kitlesi, her şey yönetmene bağlı. Fakat ne yazık ki kimsenin kendi hayatında yönetmen olduğunu sanmıyorum. Biri/leri ya da bir şey/ler tarafından yönetildiğimiz gerçeği ağır basıyor. Bu konudaki şüphelerim had safhada olduğu için yazımı burada noktalıyorum.

Nokta,nokta,nokta.

14 Kas 2010

Uğultu

Çok fazla gürültü var. Ve ben artık bu seslere tahammül edemiyorum. Okulda, sokakta, evde, her yerde çok fazla gürültü var. Ve ben artık bu seslere tahammül edemiyorum.

konuşmalar gülüşmeler ağlaşmalar bağırışmalar fısıltı çıtırtı patırtı şırıltı şangırtı gıcırtı tıkırtı araba fren korna siren uçak helikopter tren televizyon telefon bilgisayar müzik sesleri buzdolabı çamaşır makinesi çocuklar oyuncaklar oyunlar mutfak sesleri kapı zil apartman komşu sesleri merdiven adımlar kocaman adımlar topuklu adımlar tik tak tak tuk


Her köşeden, her kenardan duymak istemediğim sesler geliyor.Sayabileceğimden çok daha fazla ses büyüyor büyüyor ve kafamın içinde dolup taşıyor. Yapmam gereken yığınla iş varken bu uğultu yüzünden kala kalıyorum. Uyuyamıyorum bile !

Beni sessiz, çok sessiz bir yere götürün.

13 Kas 2010

I'm a loser

Dışardan göründüğüm gibi kendine güvenen, güçlü ve umursamaz olmadığımı bilmenizi isterim. Çünkü ben son derece zayıf karakterli, inanılmaz utangaç biriyim ve de umursadığım şeyler var. Çevreye karşı kullandığım bu taktik ise sadece kendime güvensizliğimden kaynaklanıyor.

Aslında "taktik" demek ne kadar doğru olur bilmiyorum. Çünkü bilinçli yaptığım bir şey değil bu. Benim irademden bağımsız olarak gerçekleşen bir durum. Güneşe baktığımızda ister istemez gözlerimizi yumarız. Toplum içine girdiğimde ben yine ister istemez gözlerimi yumuyorum, elbette mecazi anlamda. Kimseyi görmediğimde; en güçlü ben oluyorum, güçlü olduğum için kendime güveniyorum ve başkalarını umursamıyorum, yani öyle olduğumu düşünerek kendimi kandırıyorum. Ne kadar safım ki bunu bildiğim halde her seferinde kendime inanıyorum. Kendimle başbaşa kaldığımda ise yine kandırabilmenin vardiği hazla bana kocaman kahkahalar atıyor ve ben yine kandırılmış olmanın eziklliğiyle kahkahaları bastırmaya çalışan çığlıklar atıyorum. Kendimi bu kadar iyi tanıyıp, tanımlayabiliyorken kusurlarımı onaramamam da komik !

***

İlgiye ve bolca sevgiye muhtaç savunmasız bir şeyim ben, evet. Birisi tarafından korunmaya ihtiyacım var. Bu birisi beni korusun, ben bunu hissedeyim ama bunu öyle yapsın ki beni koruduğunu göstermesin. Sadece o güveni hissedeyim. Bence o zaman biraz daha iyi şeyler olabilir. Böyle konuşunca kendimi dövmek istiyorum.

***

Beni seven insanları anlamıyorum. Acaba diyorum ben ben olmasaydım beni sever miydim? Belki de sevilmeyecek biri değilimdir. Bunu biraz düşünmeliyim.

***

Madem karman çorman ettim yazıyı şunu da söyleyeyim bari. Resim çizebilmeyi çok isterdim.


8 Kas 2010

Yarı iletkenim, biraz içim dışımda.

Sakin.
Özlemişim. Eh epey oldu tabi.
Yeni albüm ne zaman acaba?
Neyse olan şarkılar da yeter ki.

canıma estikçe


6 Kas 2010

mmmm

Bu hafta çok uyudum. Özellikle üç günüm uyumakla geçti. Okuldan geldim yatağa attım kendimi. Uyandığımda akşam olmuştu. Zar zor kalktım, yapılması gereken bir kaç işimi hallettim, midemdeki boşluğu biraz bastırmak adına ağzıma bir şeyler tıkıştırdım ve yattım. Henüz soğumamıştı bile çarşafım. Aslında uykum olduğundan uyumuyorum. Çok sıkıldığın anlar olur. Hani yapacak bir şey bulamazsın, bulursun da ondan bile sıkılırsın, canın istemez, çikolata bile yemek istemezsin !?, değil sohbet etmek en ufak sorulara cevap verecek hal bulamazsın kendinde... İşte o zaman sonsuza kadar uyumak istiyorum. Bu hafta yine öyle bir haftaydı. Yani bu tatsız hallerin en yoğun olduğu haftaydı. Çok uyudum ve çok rüya gördüm. Bir senelik rüya ihtiyacımı karşılayacak kadar çok -mübalağa- Garip olan ise; her rüyamda aynı kişiyle beraberdim. Mekan, zaman ve olaylar değişiyordu ama biz hep vardık, hep aynıydık. O kadar çok gördüm ki artık gerçek mi rüya mı karıştırmaya başlamıştım. Sanki o da uyuyor uykumuzda buluşuyorduk. Yani ben öyle hissediyordum, öyle olmadığını anlayana kadar. Kötü değildi onu görmek, en azından önceki haftaki kâbuslardan iyiydi.

Bu rüya müya işleri çok ilginç yahu.

28 Eki 2010

Happiness is a ?!?!

Biri daha bana mutlu olup olmadığımı sordu. Hayır mutlu değilim. Çünkü mutluluk diye bir şeyin varlığına inanmıyorum -en azından yaşadığımız dünya sınırları içinde.- Varsa bile tanımı, bildiğimiz tanımından farklı bir şey olmalı.

Bir eksiğimiz, herhangi bi şikayetimiz olmadığında "mutlu" olduğumuzu düşünüyoruz. Oysa bence sadece "memnun" oluyoruz. Ya da hoşumuza giden bir şey olduğunda yine "mutlu" olduğumuzu düşünüyoruz ama aslında sadece "sevinç" duyuyoruz.

Fakir bir adamı ele alalım; kirasını zar zor ödediği kötü bir evde yaşayan, bakmak zorunda olduğu bir eşi ve çocukları olan, Bu adama göre mutluluk güzel bir ev, bir iş ve para sıkıntısı çekmediği bir hayat, kısacası zenginliktir. Fakat zengin olduğunda mutluluğun bu olmadığını anlayacaktır. Bu sefer başka şeyler hayal edecek yine mutluluğu, sahip olmadığı şeylere sahip olduğunda ulaşacağı bir duygu olarak görecektir. Ve bu böyle devam edecektir. Çünkü Ne kadar çok şeye sahip olursak isteklerimiz de o kadar artar. İsteklerimiz arttığında -şayet varsa- mutluluk daha da uzaklaşır.

Hasta biri için iyileşmek mutluluk gibi gözükür. Sağlık o kişideki eksikliktir. İyileştiğinde mutlu olmayacaktır sadece eksik olan şey tamamlanacaktır.

Kimisi mutluluğun Tanrı tarafından bahşedildiğine inanır. Hangi dine mensupsa onun emirlerine göre yaşayarak mutluluğa ulaşacağını sanır.

Çoğunlukla aşkla da ilişkilendirilir mutluluk. Adı üzerinde aşk, aşktır. Farklı bir duygudur. Mutluluk aşkla gelmeyeceği gibi, mutsuzluğun nedeni de aşksızlık değildir.

Öyle işte, isteklerimize,amaçlarımıza ulaşmadan önce, ulaşınca duyacağımızı sandığımız duygu diyebiliriz belki de.

Biraz daha uzatırdım ama hem sıkıldım hem de yazmaya üşeniyorum.





I need a fix cause I'm going down

27 Eki 2010

!'^+%&/()=(/&%+%&/(

Delice küfretmek istiyorum. Her şeye. Şu ana kadar yazdığım yazılardaki her bir harfe, tüm şarkılara, kitaplara, kurallara, kuralsızlığa, her bir lanet olası insana, insanlığa... ve en çok da kendime.

26 Eki 2010

-Ki

Hayır bu can sıkıntısı değil. Bu başka bir şey. Bu, bu çok tuhaf, en az otobüs durağında uçak beklemek kadar.

...

Kendimi kandırmaktan vazgeçmeliyim. O güveni, o "iyi olma" duygusunu tadıyorum onda evet ama hastayken ne kadar tat alabiliriz ki? Ne kadar tatlı olsa da yediğimiz şey sanki hiç tadı yokmuş gibi gelmez mi? Ama sanki iyileşmem için var o. Sanki, belki,,,

24 Eki 2010

Siyah kısa saçlı, gözlüklü, şu yeşil hırkalı işte.

Bir konuşma sırasında birilerine kendimden bahsetmek çok zor geliyor. Şöyle ki herhangi birinin kendisi hakkında söyledikleri -ben şöyle yapmayı severim, şuraya gittim, şunu yaptım vs.- benim pek umrumda olmaz. Dinler gibi gözüksem hatta gerçekten dinlesem bile konuşma biter bitmez unuturum duyduklarımı. Ben kişinin ne yapıp yapmadığıyla ilgilenmiyorsam kişi de muhtemelen benim ne yapıp yapmadığımla ilgilenmeyecektir, diye düşünürüm. Durum böyle olunca kendimden söz etmekten mümkün olduğunda kaçınırım. Aşık ya da aptal değilsek gece uykuya dalmadan önce son düşündüğümüz şey kendimizdir ne de olsa.

...

Çoğu şeyi sadece alışkanlıktan ya da öyle gerektiğini sandığımızdan söylüyoruz. Biriyle konuşmaya başlarken "Nasılsın?" ve türevi dilimize yapışmış söz kalıplarını kullanıyoruz mesela. Halbuki kişinin nasıl olduğuyla ilgilenmiyoruz asıl ilgilendiğimiz şey nasılsın faslından sonra soracaklarımız, söyleyeceklerimiz. Nasıl olduğumu soranlara iyiyim cevabını verdikten sonra susarım. Susarım, çünkü bu kişi ya bir şey soracağı için ya da ayıp olmasın bir iki kelime konuşayım diye düşündüğü için "Nasılsın" demiştir. Ve ben bu kişiciklerin nasıl olduğunu merak etmiyorum. İyiyim ve nokta. Artık karşımdaki konuşmayı devam ettiremez. Ya şaşırıp susar ya keyifsiz olduğumu düşünüp üstelemek istemez ya da çok yüzsüzse "ben de iyiyim sağ ol ya" diyerek söyleyeceğini söyler.

...

Konuşmayı sevmiyorum. Konuşurken her şey birbirine karışıyor. Sanki söylediğim o kelimeler silah zoruyla çıkıyor ağzımdan. Sanki hiçbiri aslında söylemek istediğim şeyler değil. Ama bir kere söyleyince geriye dönemiyorsun. Halbuki dönsek ne çok şey vardı söylemek istediğim. O aptal cümleler bana ait değil, onlar ben değil.

...

Bilmiyorum ki.

19 Eki 2010

Yumucin Vakası

Hiç istemediğim bir zamanda, istemediğim bir yerde, hiç istemediğim o kişiyle karşılaşırım. Ama çok istediğim zamanlarda, karşılaşmak için can attığım kişilerle yolum bir türlü rast gelmez. Hımm öyle mi diyorsun. Peki o zaman.


O aptalım ben diye bağıran sırıtışı hâlâ yerinde.Yumucin yumucinliğinden bir şey kaybetmemiş.



Öylesinekonuşuyorumişteherneyse.

15 Eki 2010

Belki de

Bildiğini bilmiyormuş, istediğini istemiyormuş, sevdiğini sevmiyormuş gibi yapmak. Dilinin ucuna kadar gelen, o söylemeyi çok istediğin cümleleri, belki de sadece kelimeleri söyleyememek. Günün bitimine doğru bu zayıflığın, bu zavallı hallerin sahibinin "ben" olduğunu ve kendinden kaçamayacağını çaresiz kabullenmek. Paylaşamamak kimseyle derdini. Çünkü bilmek, kimseye; anneye, babaya, kardeşe, arkadaşa!? hiçkimseye yakın hissetmediğini kendini. Bilmek ne kadar uğraşsa da insanlarla arasındaki o duvarı yıkamadığını. O kısa ama uzun mesafeyi yok edemediği bilmek.
Sonra gelip tüm saçmalıkları bu aptal bilok sayfasına saçmak. Bunların hergün yaşandığını ve yaşanacağını düşünerek bir kaç göz yaşı akıtmak, formalite. Ne kadar da trajikomik öyle değil mi ?

bkz : Belki de bundan bahsediyorum. Aslında emin değilim. Ben hiçbir şeyden emin olmam ki zaten.

10 Eki 2010

Çocuk

Bugün tanıştığım o küçük çocuk aşırı derecede Thom Yorke'a mı benziyordu yoksa bütün gün radiohead dinlemenin yan etkisi miydi ? Eğer bir fotoğraf makinem olsaydı, eğer bir fotoğraf makinem olsaydı onun fotoğrafını çekip burada paylaşmak aklıma gelmezdi. ( şu an geldi aklıma, o ayrı)

9 Eki 2010

Öyle bir şey

Bir tanıdığının (düşman ya da sevmediği biri de değil üstelik) ölüm haberini aldığında kahkahalarla gülen biri daha var mıdır benden başka ? Eğer varsa tanışmak istiyorum kendisiyle.

...

Ölüm beni şaşırtmıyor. Ölüm beni korkutmuyor da. Hep hissediyorum onu yanımda çok yakınımda bir yerde. Sanki ben onu değil de o beni bekliyormuşcasına ...

8 Eki 2010

Hasta

Doğumumuzdan ölümümüze kadar olan zaman diliminde, sadece oyalanmamız için var olan o kadar çok şey var ki. Hayatın onlardan ibaret olduğunu sanmamız kaçınılamaz ( Hayatın anlamı gibi laflara girmek istemiyorum.) Sadece aslında basit olan hayatı zorlaştıran ya da zorlaştırmış gibi gözükenler de onlar. Kendimi bu tür şeylerden uzak tutmaya çalışsam da çoğunlukla aynı havuzda yüzdüğümü farkediyorum. Umuyorum ki bir gün, bir gün aklımdan geçenleri daha iyi cümlelerle anlatacağım.

2 Eki 2010

And I will try to fix you

Elime geçen bozuk,kırık ne varsa onarmayı severim. Bu kalem gibi ufak bir şey de olabilir, bilgisayar gibi daha karmaşık bir şey de. Sonuç başarılı olmasa da elimden geleni yaparım. Senin ne haddine bilgisayar kasasını açıp, tamir etmek dese de annem, denerim. Rengarenk kablolar, değil görevini, ismini bile bilmediğim teknik parçalar vesaire... Ya da kırık bir eşya göreyim hemen yapıştırıcı ararım. Aslında o şeyin bozuk olup olmaması umrumda değil yine kendimi düşündüğümden, yine bencilliğimden yapıyorum bunu. Onlarla oyalanırken herhangi kötü bir şey düşünmüyorum, rahatlıyorum, hatta eğleniyorum. Sanki o süre içinde zaman duruyor ve iş bittiğinde akmaya devam ediyor. Başka bir şeyle ilgilenirken böyle olmuyor. Mesela kitap okurken böyle hissetmiyorum, müzik dinlerken, film izlerken ya da bu gibi şeyler işte. Sadece onarmaya, tamir etmeye çalışırken bir şeyleri bu durum söz konusu oluyor. İşte böyle...
Bir de kendimi onarsam, ya da bir tamirci bulsam...
Chris Martin pek işe yaramıyor da.

1 Eki 2010

Ode to Joy

Sadece gözümde fazla büyütmüşüm onu... Hayır kedinin uzanamadığı ciğere mundar demesi olayı değil bu. Gördüklerim, daha doğrusu zorla gözüme gözüme soktuğu çirkinlikler onun hayalimde canlandırdığım gibi harika olmadığı gerçeğiyle yüzleşmemi sağlıyor. Ve bu hoşuma gidiyor.

Fevkalade sıkıcı bir hayatım var. Teşekkür ederim tanrım !?

25 Eyl 2010

Tüp Şokella

Gelenek haline getirdiğim, her sene okullar açılınca hazırladığım ders çalışma programlarım vardır. Bunu ilkokuldan beri yaparım. Pazartesi,Salı,Çarşamba,Perşembe,Cuma,Cumartesi ve Pazar olmak üzere haftanın yedi güzel gününde neler yapılacağına dair bir tablo hazırlar ve odamın bi köşesine asarım.Bunu görenler çok çalıştığımı, planlı programlı biri olduğumu zannederler. Ah ne yazık ki bir gün bile uymuş değilim o programlara. Sadece kendimi, biraz da başkalarını kandırıyorum galiba. Hayır, bunu yaparken böyle bir şey amaçlamıyorum. Hevesle yazıyorum hatta. Ama işte, gel gör ki planla yaşayamıyorum, işleri son ana bırakmayı, o telaşlanma, o panik duygusunu seviyorum. Okul dışındaki zamanlarımda da her hangi bir şeyi planlamayı sevmem. Hemen o an karar veririm yapacağım şeye. Zaten planladığım zamanlarda da hiçbir şey planladığım gibi gitmez. Evet yine hazırladım bir tablo, belki bu sefer uymaya çalışırım, bilmiyorum, göreceğiz işte.

Bunu burda neden söylediğimi bilmiyorum ama ; hani tüp şokellalar vardı, hâlâ var mı bilmiyorum çünkü epey zaman oldu yemeyeli, heh işte canım ondan çekti şu an.Eh başlık da tüp şokella olsun o zaman.( tüp bebek gibi bu ne be asuhau )

21 Eyl 2010

Hı ?

-Blog'dan sıkıldım.

*Hı?

-Blog'dan sıkıldım diyorum...

*Evet..?

-Söyleyeceklerim bu kadar.

*Tamam.

-Tamam.

18 Eyl 2010

Kıskanç

Gülecek bir konu buldum. Bilmem neredeki X isimli biri şöyle diyor "The Beatles dinlemem, bana kalırsa acayip sıradan ve sıkıcı bir müzikleri var.Şimdi, kime özür dilemem gerekiyor"

HAHAHA! Sıradan olmamaya çalışıp sen sıradan oldun şimdi. O halde kendinden özür dile.

Farklı olmak için büyük kitlelerin sevdiği bir çok güzel şeye çamur atan sersemlere çok gülüyorum.
Dinlemezsen dinleme, kimin umrunda ki?

Aslında diyeceğim bi sürü şey var ama uzatmak istemiyorum.Zavallıcıklar sizi.

15 Eyl 2010

Arkası Yarın

Aklımda çok şey var ama bir türlü kelimelere dökemiyorum onları... Havadan, sudan bahsedeyim öyleyse.

Okullar açılacak pazartesi günü. Peki bu ne anlama geliyor? Pek de kısa olmayan yaz tatilinin bitmesi ve iğrenç bir dönemin başlaması anlamına geliyor. Yazı "hiçbir şey yaparak" geçirmek harika değil ama, okulun da ondan eksik kalır bir yanı yok. Hele ilk gün hiç çekilmez. Birine sarılmak üzere açılmış onlarca kol, aptal bir sırıtmanın yerleştiği saf suratlar, ordan oraya uçuşan öpücük sesleri, istemeden duymak zorunda kaldığım yaz muhabbetleri...Hayır, hayır, öyle herkesi eleştiren, kendini beğenmiş biri değilim. Bilmiyorum, yoksa öyle miyim? Her neyse, hoşuma gitmiyorlar. Ama denedim. Gerçekten denedim. Soğuk davranmamaya çalıştım, arkadaş olmaya çalıştım, bir çok kişiyle zaman geçirdim. Nereye kadar rol yapabilirim ki? Sevmediğim kişiciklere daha ne kadar samimiyet gösterebilirim? Ben çok sıkıldım. Artık ne kendimi ne de onları kandırmak istemiyorum.

Ha bir de rahat bırakmazlar. Ne zaman bi köşeye çekilsem, başımı sıraya koyup müzik dinlesem yanıma biri gelir. Gelen kişi farklıdır ama soru hep aynıdır. "Neyin var?" Yahu hiç mi yalnız kalmak,kafasını dinlemek isteyen zavallı bir insan evladı görmediniz? Asıl benim size "Neyiniz var?" diye sormam gerekir ama pek ilgilendiğim söylenemez. Geçen dönem sorunlu bir kızın saçma salak dertlerini fazlasıyla dinledim zaten. Yüz verirsen böyle yapışırlar işte. Anlatmayayım şimdi bu zırvalıkları. Tamam, bitti artık.Kimseye istediği şekilde davranmayacağım. Mesafeliyim bundan sonra.Yeter.

Öhöhöm. İşte saçmalıklarla geçecek olan koca bir dönem başlıyor. Uyuyalım, uyanalım hemen geçsin.


You're in high school again.No RECESS

30 Ağu 2010

Peh

Kendimi daha fazla kandıramıyorum itiraf etmeliyim ki sürekli aklıma geliyor ve sanırım özlüyorum.Ben.. bilmiyorum... gerçekten dostuz sanmıştım,alışmıştım ona ve kimseye hissetmediğim kadar yakın hissetmiştim.Kimseye bahsetmediğim şeylerden bahsetmiştim."Umrumda değil ya" desem de kendi kendime, engel olamıyorum aklıma geldiğinde az da olsa hüzünlenmeme.Belki de hayatımda daha önemli biri olmadığı için önemli geliyordu.Evet evet.

Öyle işte, her neyse, boşverdim...

24 Ağu 2010

Sarsak

Öylesine baktığımda saatin 11:11 , 00:00 gibi bir şey olması,
Tam karşıdan karşıya geçecekken yeşil ışığın yanması,
Buz dolabında limonlu ice-tea bulmak,
Radyoda bildiğim ve sevdiğim bir şarkıyı duymak,
Kahveyi tam istediğim gibi yapabilmek,
İçimden geçirdiğim şarkının çalması, (genelde rastgele modundadır mediaplayer'ım)
Alarm çalmadan beş dakika önce uyanmak,
gibi şeyler beni çok sevindiriyor. Belki herkesi biraz gülümsetiyordur ama ben resmen neşeleniyorum, ne bileyim çok tatlı bir his.
Öyle işte daha bi sürü var.Şimdi aklıma gelmiyor.Heh mesela aklıma gelse şu an çok çok sevinirdim

*sarsak kelimesini günlük hayatta bu kadar çok kullanmama vesile olan tatlı insana saygılar*

23 Ağu 2010

Başlık bulamadım.

Sinirliydim, hiçbir şey düşünmek istemiyordum.Radyo dinlemek iyi gelmiştir böyle zamanlarda hep.Karmaşık ve bazen cızırtılı sesler kafamdaki düşünceleri biraz olsun unutmamı sağlardı ama bu sefer öyle olmadı.Defalarca değiştirdim frekansı.Sürekli ses efekti veren sinir bozucu radyo programlarından birinde kaldım.Sıkılmıştım değiştirmekten.Bi süre bekledim öylece.Dinliyor gibiydim görünürde ama dinlemiyordum,sadece sesleri duyuyordum.İşe yaramayacağını anladım ve kapattım radyoyu.Gecenin bu saatinde yapacak fazla şey yok.En kötüsü de sessiz olmaya çalışmak.Evdekileri rahatsız etmemek için kapıyı sessiz açmak,yumuşak adımlarla yürümek,kısık sesle müzik dinlemek filan.Kitap okuyacak havamda değildim, ya da biraz ders çalışacak.Yapılacak en aptalca şeyi yapmak üzere salona gittim.Yanımda da ayıcığım Körti var.Bazen evde onunla dolaşıyorum.(Çok mu çocukça? Olabilir...)Açmak için televizyona yaklaştığımda pencereden gelen aydınlık dikkatimi çekti.Çıkardım kafamı dışarı...Etrafı dağınık bulutlarla çevrili dolunay.O kadar parlak, o kadar ihtişamlı ki hiç bir şey umrunda olmuyor insanın ona bakarken.Olağanüstü bir şey değil biliyorum.Sanki ilk kez görmüşçesine sevindim. Aslında ilk de sayılabilir daha önce gözüme hiç bu kadar güzel gelmemişti.Serin hava, karanlığı aydınlatan bembeyaz ay, ay ışığında dans eden bulutlar...Daha ne olsun ki? Sadece bunun için hayat oynanmaya değer bir oyun olabilir.


Şimdi tekrar baktım dışarı.Az önceki bulutlar uzaklaşmış, ay biraz daha yalnız.

21 Ağu 2010

...

Üst üste üç gündür garip rüyalarla belki kabuslarla uyanıyorum üç saatlik uykularımdan.
Korkuyorum, titriyorum, tekrar kapatıyorum gözlerimi, hep kötü şeyler hatırlıyorum.
Düştüğümü hissediyorum, düşmeyi. Yüksek, çok yüksek bir yerden.Rüzgarın tüm vücuduma yaptığı basıncı hissediyorum. Ama düşmüyorum. Olduğum yerde sabit duruyorum.
Bekliyorum. Merak ediyorum sessizliğin ardında ne var !? Milyon tane yeni doğmuş bebek. Hepsi ağlıyor, hepsi kızarmış. Yumru yaptıkları elleri kanıyor.Tırnakları etlerine batmış.
Hızlıca birbirlerine doğru koşup kafalarını patlatan insanlar.Patlayan kafalardan çıkan beyinleri yemek için dövüşen köpekler.Zayıflıktan iskeleti gözüken kediler. Kusuyorlar sürekli ve çok.Kusmuklarını yiyip tekrar ve tekrar kusuyorlar.Ve bu gibi bi sürü şey.Offf.

20 Ağu 2010

Eski Minder

Çirkin olduğumu düşünmüyorum.Kimse de bugüne kadar "çirkinsin" ya da benzeri bir şey söylemedi, en azından yüzüme.Belki düşünüp de söylemeyen vardır ki düşündüğünü söyleyemeyen biri umrumda olmaz.Neyse konumuza dönelim,yani benim konuma.Belli bir yaşa kadar bakımlı,güzel bir kız çocuğunu oynadım.Bi süre sonra sıkıcı geldi ve bir basamak indim merdivenden.Daha sade,daha sıradan oldum.Kısa sürdü.Böyle bir adım iki adım derken kendimi zeminde buldum.Elinde tarakla gezen ben,saçlarımı taramaz oldum.Çünkü tüm bunlar bir yere kadar önemli geliyor artık.Ve ben o noktada takılıyorum.Saçımın kısalığı,uzunluğu önemli değil.Toka takmışım,açık bırakmışım farketmiyor.Pantolonum dar ya da bol olsa bir şey değişmez, paçaları katlı olsa da.Ha abimin eski tişörtünü giymişim ha yeni aldığım hoş bluzu.Gerçek şu ki; güzel olmak beğenilmek uğruna ölebilecek 9289128398928391 x 9 kız varken etrafta canım istemiyor bakımlı,güzel biri olmak.Her türlü kendini beğenmiş biriyim.Ve sıkılıyorum saçımı taramaktan,alışveriş yapmaktan.Nereye kadar bu böyle devam edecek bilmiyorum.Sadece biraz eski minder oynuyorum, tek oyuncu benim.

*Resmimi de koymak isterdim ama en son resmim şu anki halimden epeyce farklı,gerek yok yani.

18 Ağu 2010

Saklambaç

Bir kutum var; yazdığım bazı yazıları, çizdiğim resimsi şeyleri, kestiğim saçlarımı, bir kaç hediyeyi kısaca önem verdiğim her şeyi içine koyduğum.Arada bir açıp içindekilere baktığım.Kimi zaman güldüğüm kimi zaman sessiz kaldığım.6 yaşındaki küçük kuzenim Eren'den başka kimsenin haberdar olmadığı varlığından şu ana dek.Düşünüyorum da kutuyu sahiplenecek kimsem olsaydı kendimi de koyardım içine...

13 Ağu 2010

Ayna

Birbirleri hakkına aynı şeyleri söylemişlerdi.
İkisi de haklıydı.
İkisi de inkar etti.
Şimdi yoklar.
Bir yerlerde aynı düşünüyorlarsa yine,
iyi şanslar...

2 Ağu 2010

Bir tümörüm olsa adını Seda koyardım.

Sıkılıyorum.
Okuduğum kitaptan sıkılıyorsam eğer başka bir kitap okurum.
İzlediğim film sıkıcıysa başka bir film izleyebilirim.
Odama ışık girmiyor sıkıldım, salona geçebilirim.
Bu şarkıyı çok dinledim, tamam başka açalım.
X aptal anılarıyla sıktı beynimi, Y ile konuşalım.
Bu dizi çok sıkıcı ,biraz zaplayalım.
Hep aynı tişörtü giyiyorum sıkıldım, değişeyim.
gibi gibi gibi...
Sıkıldığım her şeyi gayet kolay değiştirebilirim.
Peki sıkıldığım şey kendimse?
Kendimi ne kadar değiştirebilirim?
İçlerde bi yerlerde kalmaz mı benliğim?
Boğazımı gıdıklayan balgam gibi
tükürüp atamam ki kendimden , kendimi...
_____________________________________________________

30 Tem 2010

Baktığın gün söyle açık mı?

Yine rol yapıyorum.
Yine insanlaşma çabalarındayım.
Bir kukla gibi yaşatıyorum bedenimi.
Asıl benden uzak,somut ve sıradan...
İnsanlar onu tanıyor onu seviyor onunla konuşuyorlar.
O Pinokyo oluncaya kadar yokum ben buralarda,
çürük hayatımın çekirdeğinden yeni bir tohum diliyorum.
Önüme sunduğu şıklardan hiçbiri doğru yanıt değil.
Bulunma ihtimali düşük doğruyu aramak mı zaman kaybı?
yanlış şıklarla tüketmek mi hayatı yoksa?
Çelişki mi dersin ikilem mi bilmem
Kırk katır mı kırk satır mı yoksa
İki ucu boklu deynek? Büyümek...



Herkes her şeyi çok iyi biliyor.Tek aptal benim.Saygılar...

27 Tem 2010

And I'm so surly

Abuzer Amca'yı seviyorum.Annemin amcası olan bu adam suratsızlığıyla,kimseyle konuşmamasıyla ve Bay Yengeçliğiyle akrabalar arasında adı çıkmış bir insancıktır.Küçükken sık sık gittiğimiz yazlıklarında her sabah erkenden, öğle güneşi tepeye vurmadan denize gidip gelen,kimseye karışmadan sessizce gazete okuyan, tavla oynayacak biri varsa saatlerce oynayabilen ve her seferinde galip gelen, kalın çerçeveli gözlükleri ve koca bir göbeğiyle yaşlı bir amcacıktır.Ha bir de el öptürmez.(Ben de el öpmekten nefret ederim.Ne kadar iğrenç bir eylem o ya ıyk öğyk )Yıllar önce aramızdan ayrılan Mirna isimli bir köpeği ve aptal kardeşimle abim yüzünden kafesten kaçıp giden çok ilginç bir kuşu vardı cinsini ve ismini unuttum hatırlayınca yazarım.Dediğim gibi kimseyle konuşmaz ve suratı hep asıktır.Yine bir gün onların yazlıklarındayız çoluk çocuk ortalıkta koşup duruyor Abuzerciğim geçmiş köşedeki koltuğuna yanında duran sehpanın üzerindeki radyodosundan çalan şarkıyı dinliyor.Çocukların sesinden rahatsız olup odasına çekiliyor.Annem teyzem ve orada başka her kim varsa hemen dedikoduya başlıyorlar.Aman şöyle aman böyle derken ben lafa atlıyorum "Ne zararı var adamın sessiz kendi halinde gayet iyi bir insan" diyorum.Gülüyorlar filan öyle geçiyor konuşma.Bir kaç gün sonra kuzenlerle denizden dönmüşüz herkes bağırış çağırış bi teşkale içinde havlularını asıp içeri duş almaya giriyor.Ben de sessiz sakin havlumu asıyorum.Ben havlu asma işlemini gerçekleştirirken Abuzer Amca "Nasıldı deniz iyi yüzdünüz mü?" diye soruyor gülümseyerek.Şaşkınlığımı saklayarak cevap veriyorum yüzümde gülümseme ile "Evet çok güzeldi".Yine gülümseyerek "İyi iyi yarın da gidersiniz" diyor ve ben de yine gülümseyerek içeri giriyorum.Onunla hayatım boyunca gerçekleştirdiğim tel diyalog heralde.Ama o kadar iyi bir elektrik almıştım ki o günden beri kendisine karşı sevgi saygı beslerim.Ve bunu aile bireyleri arasında dile getirdiğimde bana güler,benimle dalga geçerler.Söylenildiği gibi kötü,katı biri değildir o, sadece içindeki iyiliği,sevgiyi gösteremiyor ya da göstermek istemiyor ki bunun ne demek olduğunu çok iyi bilirim.Çünkü insanlar o sevgiyi o değeri hak edemeyecek kadar sersemler...

25 Tem 2010

How the Grinch Stole Christmas


Çocukluğumun filmi diyebilirim.O kadar çok severdim ki hergün açıp izlerdim.Tamam abartmayalım hergün değil ama haftada bir izlerdim.Replikleri filan ezbere biliyordum.Durup dururken aklıma gelmedi tabii...Televizyonda film arayışına çıkmıştım bir de baktım GIRİİNÇ!!! Çok heyecanlandım,bi çırpıda gözümün önünden geçti çocukluğum,yaklaşık olarak 3-4 haftadır gülmeyen ağzım, kulaklarıma vardı.Ama uzun sürmedi sevincim.Sinema kanalları paketi bilmemnesi arayıp şey edilmesi gerekiyormuş, kestiler filmi hemen başında. Ben de koşa koşa cd çekmecesine gittim.Döktüm hepsini karıştırdım fakat bulamadım!




Saçmalamamamamamamama...

ayrıca bkz : Jim Carrey ♥

23 Tem 2010

Fool in the rain

Yağmur yağsın istiyorum
ama seller akmasın
arap kızı da camdan bakmasın
sadece yağmur yağsın
ya da ben Seattle'da yaşayayım...

21 Tem 2010

Pi Sayısı

Koca kafalı aptal bir genç kız olduğumu hatırladım az önce ve kayısı reçelinden nefret ederim.

Çevremdekileri inceleyip aptal damgası basıyorum hepsine,herkesin kendine küçük çaplı bir çember çizdiğini ve içinde dönüp durduğunu düşünyorum. (π=3)Peki ya böyle değilse? Ya herkes doğruysa da ben yanlışsam.O zaman diğerlerine ayak uydurmam gerekir.Kötü olan bir şeye, kişi üzülmesin diye yalandan iyi demem gerekir.Büyüklerin ne derlerse desinler haklı olduğunu düşünmem,onların sözünü dinlemem gerekir.Televizyon bağımlısı olmam ve tüm diziler hakkında bir yoruma sahip olmam gerekir.Bir çok arkadaşım olması gerekir,arkadaşlarla dizi,kim ne giymiş,kim ne bok yemiş,kim kimi yemiş,kim kiminle yiyişmiş muhabbetleri yapmam gerekir.Sevmediğim bireylere gülen yüz göstermem gerekir.Senelerce okuyup bir iş bulmam gerekir,işten kazandığım parayla evimi en güzel eşyalarla donatmam gerekir ki gelen misafirler eşyalarıma özensinler.Yine kazandığım parayla en ünlü markalardan en güzel = en pahalı kıyafetler satın almam gerekir.Makyaj yapmam ve gün içinde bu makyajı tazelemem gerekir.Alışveriş merkezleri içinde güneş gözlüğüyle gezmem gerekir.En lüks en bilinen restorantlarda arkadaş grubumla akşam yemeğine gitmem gerekir.Hareketlerimin zarif ve yapmacık olması gerekir.Arkadaşlarımın ayarlamış olduğu yakışıklı,zengin,kibar,sahte beyefendiyle ayrıca yemeğe çıkmam gerekir.İşlerin ilerlemesi ve bu adamla evlenmem gerekir.Adamın aslında yakışıklı,zengin ve kibar olmadığını sadece sahte olduğunu anlayıp ağlamam gerekir.Arkadaşlarıma evde neler olup bittiğini detaylı şekilde anlatıp onlardan teselli beklemem gerekir.Çok sevgili arkadaşlarımın önerilerini "kocam" üzerinde denemem gerekir.Hafif sallantılı evliliğimi o şekilde idare etmeyi öğrenmem gerekir.Karnım şiştiğinde sebebinin fazla yemekten olmadığını bilmem gerekir.Karnım iyice şiştiğinde doktora gitmem ve içimdeki canlının cinsiyetini öğrenmem gerekir.Anne-babama bu haberi verdikten sonraki isim kavgasında dayanıklı olmam gerekir.Sonunda çocuğa "kimse üzülmesin" diye Berkecan Ahmet Hüseyin Soyad gibi uzun bir isim koymam gerekir.Çocuk nedeniyle işi bırakmam gerekir.Evimde yemek yaparken çocuğuma "dersini yap" diye seslenmem gerekir.Çocuğun büyüdükçe canavara dönüşmesine alışmam gerekir.Yüzümde kırışıklıların çıkmasıyla avondan kırışıklık kremleri almam gerekir.Bazılarının maaşı kadar fiyatı olan parfümler sürmem gerekir.Akraba ziyaretlerine gitmem gerekir.Evde 5 çayları hazırlamam,komşuları çağırmam gerekir.Çocuk büyür ve artık "çocuğum mutlu olsun başka şey istemem" modunda yaşamam gerekir.Kocamın aldatmasına göz yummam gerekir.Çocuk evlenme çağına geldiğinde gelin arayışlarına çıkmam gerekir.Gelini bulup çocuğu evlendirdikten sonra yaşlı hayatına başlamam gerekir.Kocam ilaçlarını içti mi diye kontrol etmem gerekir.Kocam ölür cenazede ağlama numarası yapmam gerekir.İyice yaşlandığımda çocuğumu arayıp onla kalmak istediğimi çünkü korktuğumu söylemem gerekir.Çocuğumun geri çevirmesine ses etmeden teklif ettiği huzur evine gitmem gerekir.Orda çürüyerek hayatıma son vermem gerekir ama teşekkürler ben çemberin dışında sanırım daha iyiyim.

19 Tem 2010

Senden adam olmaz adamım

Zardanadam'ı unutmuşum ben ya! Uzun, çok uzun zamandır dinlemiyormuşum meğer az önce klasörlerde karşılaşınca farkettim.Heyecanlandım.Ben de hayatımdaki bu boşluğun nedeni ne diyordum.(hohoho)Bi hatırlayalım bakalım...3 sene önce bluejean almışım işte okuyoru,m 50 öfkeli şarkı başlığı altındaki şarkıları okuyordum hatta atmamışım dergiyi buldum ve oradaki *ilgili* yazıyı aynen geçiriyorum;

"Sarışınlar Boktur
Zardanadam

Kuşkusuz Zardanadam'ın en meşhur şarkısı.Gitarist Utku'nun iki sarışın kız tarafından peşi sıra yediği kazıklar üzerine yazdığı şarkının "Resmindeki gözleri oyup başucuma koydum.Bakıp bakıp tükürdüm, sana seni unuttum.Anlamama yardım ettin aşk yoktur ve sarışınlar boktur" kısmı sarışın esmer farketmez kazık yiyen herkesin hislerini çok güzel özetliyor.İronik bir bilgi; Utku'nun şarkıyı yazdıktan yıllar sonra evlendiği eşi sarışın :) "


Merak ettim şarkıyı bi şekilde bulup dinledim baktım fena değiller biraz araştırdım ve albümlerinin ücretsiz olarak kendi sitelerinden indirilebleceğini öğrendim.İndirdim dinledim filan epeyce ısındım çok sever oldum falan filan öyle işte grup hakkındaki detaylı bilgileri buraya yazmaya üşeniyorum adamlar yazmışlar girin bakın => Zardanadam.com

Dinlemeli= Park Yasak, Kalbim Yok, Kafam Seninle Güzel, Sarışınlar Boktur ve diğer yazmaya üşendiklerim.
Link de vermedim bugün ne kadar üşengecim öyle cık cık cık... :/

facebook

Alışkanlık mıdır, bağımlılık mıdır ya da günümüz koşullarında bir gereklilik midir bilmiyorum ama ne büyük çelişkidir ki nefret etsem de kullanıyorum kullanmak denirse tabii.Ama bunu kullanmak yerine bokunu çıkartmak olarak algılayıp fiile döken insancıklar var.(evet çok fazla!)Her neyse şimdi saysam uzar gider zaten anlatmak istediğim de facebook'un boklukları ve ya onun gibi bir şey değil...Bugün girmiştim yine o mavi-beyaz sayfaya, göz gezdiriyordum, Christopher McCandless adı altındaki fanlarının açmış olduğu sayfa gözüme çarptı baktım,baktım bi daha baktım düşündüm şöyle...Eğer McCandless bi şekilde bunları görüyorsa muhtemelen üzülüyordur.Onun kaçtığı bu "sick society" şimdi onun adını kullanarak çeşitli saçmalıklarla uğraşıyor.Böyle şeylerin olmasını istemezdi bence...Öyle işte düşündüm sonra o sayfaları beğenmekten vazgeçtim.Durdum biraz daha düşündüm zaten işime pek yaramıyor, sırf alışkanlıktan girer oldum , bir daha açmamak üzere kapatayım çünkü ben bu iğrençlikleri gördükçe çılgına dönüyorum.(saçlarımı filan çekiyorum,yumruklarımı sıkıyorum ciddiyim) Nihayetinde kapattım,sık kullanınlardan filan da sildim.Şimdi birazcık daha huzurluyum.

17 Tem 2010

No alarms and no surprises please !

O kadar boş vaktim var ki ;ben şu an gözümün önünde duran mavi kapaklı Grammay Way adı altındaki o güzel, o şirin, o eğlenceli kitabı açıp bir kaç alıştırma yapamıyorum.O kadar boş vaktim var ki şu an gözümün önünde duran bordo kapaklı Gear Up adı altındaki o güzel, o şirin, o eğlenceli kitabı açıp bir kaç yazı okuyamıyorum.O kadar boş vaktim var ki şu an gözümün önünde duran lacivert kapaklı Amerikan Sapığı adı altında arka kağağında epeyce övülmüş olan romanı bitiremiyorum.O kadar boş vaktim var ki sağ tarafımdaki siyah gitarı elime alıp bir kaç şey tıngırdatamıyorum.O kadar boş vaktim var ki açıp bir film izleyemiyorum.O kadar boş vaktim var ki ne yapacağımı şaşırıyorum.Çok tuhaf aslında nasıl da canım istiyor bir şeylerle uğraşmayı, nasıl da hevesleniyorum işe yarar şeyler yapmayı ama içimde bir yerlerde ya da dışımda uzaklarımda bir engelleyen var sanki.Yapılacak ne kadar şey varsa o kadar halsizlik var üzerimde hep uyuyayım istiyorum uykum olmasa bile hep uyuyayım uyumasam bile gözüm kapalı olsun gözüm kapalı olmasa bile yatayım uzanayım bir yerlere.Kimse gelmesin, kimse dokunmasın, kimse tek bir kelime etmesin...

Wilhelm Stekel

"The mark of the immature man is that he wants to die nobly for a cause, while the mark of a mature man is that he wants to live humbly for one."

I don't know whether I'm mature or immature I don't even know who I am...

Wilhelm Stekel (18 March 1868 - 25 June 1940) was an Austrian psychologist and psychoanalyst.


Thanks for The Catcher In the Rye and J.D Salinger

14 Tem 2010

Sleepless in Istanbul

Bütün gün bi kaç saatlik uykuyla ayakta kaldığım için akşam 11 gibi sızdım.Güzel güzel uyurken birden gözlerimi açtım sabah oldu sanıyorum başımı kaldırıp baktığımda hava daha karanlıktı.Çok içten bir "lanet olsun"'un dudaklarımdan dökülmesinden sonra başımı hızlıca yastığa vurdum.UYU UYU UYU! diye uykumun açılmasını engellemeye çalışıyordum ama mümkün değil eğer uyandıysam asla tekrar uyuyamam.Biraz debelendikten sonra lanetler yağdırarak kalktım yataktan.Çok erken olmamasını ummuştum ama baktım 03:58di.Hızlanan ve şiddetlenen lanetlerle yüzümü yıkamaya gittim.Karnımdan gelen tuhaf seslerdi belki de uyumamı engelleyen diye düşünerek çok sevgili dostumla dertleşmeye gittim.Açtım ışıkları etrafa bakındım tencere duruyordu ocağın üstünde.Olmazdı normalde,üstelik akşam orda değildi,yeni bir şey olmalıydı.Açtım baktım veeee haşlanmış patatesler bana doğru tatlı tatlı bakıyorlardı.Lanetlerim dinmişti biraz.İçlerinden en tatlı gözükeni aldım soydum işte doğradım üstüne ketçap mayonez sıktım,yedim; oh mis.Sonra çekmeceleri kurcalamaya başladım.Genellikle abur cuburları koyduğumuz 2. çekmeceyi açtım orda da alpella rulo pasta buldum,artık lanet yağdırmıyordum.Onu da yedim; oh mis vol.2.Bir bardak da orta derecede soğuk, tabiri caizse tam kıvamında su içtim; oh mis vol.3.Şimdi tekrar yatıp uyumaya çalışacağım eğer ki uyuyamazsam lanet senfonisini tekrar başlatacağım.Saat 05:49 bkz: OHA !

- > Sleepless in Seattle

11 Tem 2010

Küçük Kara Balık

"Balıkların çoğu yaşlandıkları zaman ömürlerini boşu boşuna geçirdiklerinden yakınırlar. Sürekli sızlanır, lanet okur, her şeyden şikayet ederler. Ben bilmek istiyorum; gerçekten de yaşamak dediğimiz şey şu bir avuç yerde yaşlanıncaya kadar dolaşıp durmaktan mı ibaret; yoksa dünyada başka şekilde yaşamak da mümkün mü?"
- Samed Behrengi -

Where is my SUN ?

12 Temmuz 2010 Pazartesi saat sabahın 4:51'i.Uyanık olmak bir de bloga girip bir şeyler yazmak için oldukça uygunsuz bir zaman.Peki ben neden yazıyorum?Açıklayayım...Yaz tatilinin başlamasıyla "boş zamanlar" da artıyor,bu boş zamanlarımı boş işler yaparak geçiriyor gece geç saatlere kadar ayakta oluyorum.E geç yatınca gündüzleri erken uyanmak benim bünyem için biraz zor, ben de öğlene hatta akşama kadar uyuyorum.Böylece geceleri gündüz, gündüzleri geceye çeviriyorum.Gündüzleri uyuyarak geçirdiğim için gecenin ya da sabahın 5inde uyanık oluyorum.Peki bu güzel,iyi,hoş bir şey mi? Kesinlikle hayır!

Yani bunlardan şu sonuca varabiliriz ; my life is shit !

Ha bu arada uyumamaya karar verdim bi kaç gün.

10 Tem 2010

Sean Penn




O nasıl sestir ne güzel mimiklerdir onlar...Çenendeki gamzeyi söylemiyorum bile.. Öhöhöhöm babam yaşında, hatta babamla aynı yaşta olan bi adama sulanmak olmaz şimdi.Sulanmıyorum yahu sadece ona olan hayranlığımı masumca dile getirmeye çalışıyorum.Aslında bu hayranlığım sadece dış görünüşüne de değil, oyunculuğuna hatta bizzat kişiliğine hayranım onun.

Sean Penn evet her türlü role bürünebilen ve bunu harika bir şekilde yapan o mükemmel insan.

Sadece Milk ve Mystic River'daki rolleriyle Oscar kazanmış olabilir ama benim gözümde tüm oscarlara tüm altın kürelere layık.Sweet and Lowdown , I am Sam , Dead Man Walking , 21 Grams , State of Grace vs...

Oyunculukta harika olması yetmezmiş gibi bir de yönetmen koltuğundan Into The Wild ile kalbimdeki en güzel koltuğa terfi etmiştir.(hödükçe bir yorum kabul ediyorum.)

Öyle işte harika şeyleri tanımlamak çok zor sürekli iyi özellikleri anlatmak filan...Kötü bir şey hakkında yorum yapmak çok daha kolay.

Mesela Sweet and Lowdown'daki Emmet Ray karakterinedeki tipi o filmi defalarca izleme sebebidir.uuu tatlı tatlı.

I Am Sam'de ise Sam'i oynayacak daha iyi birini tanımıyorum.Uff o filmin her sahnesinde duygulandım.Hele o mahkemede "No more now no more.I want to stop right now.This is the end of this for me." diye ağladığı sahne.O mimikler o ses.







Sözün kısası seviyorum işte bu adamı çok fazla...

3 Tem 2010

Kırmızı yanaklı tatlı su tosbağam

Geldiğiniz günü hatırlıyorum, Körti; küçücüktünüz avuç içini bile dolduramayacak kadar.Dört sene ne kadar hızlı geçmiş.Bu dört senenin üçünde beraberdiniz ta ki Kobeyn bahçede kaçıp bizi terkettiği güne kadar.O varken yaptığınız kaçma planlarınızı hatırlıyorum.Taşları köşeye sürükleyip üstüne çıkardınız,küvetinizden atlamaktı amacınız ama hep yakalanırdınız ve gelir o taşları yıkardım(kötü müyüm ya?)Şimdi o yok.Ama sende bi değişiklik de yok, hala kaçmaya çalışıyorsun.Gitmek istiyorsan söyle açık açık(hmm)Ama nankörlük yapma şimdi eğlenmiyor muyuz seninle? Güzel vakit geçirmiyor muyuz? Hiç inkar etme. Ben gitar çalarken kafanı dışarı çıkarıp dinlediğini görmediğimi mi sanıyorsun? Ya küçücüktün işte.Şimdi büyüdün, büyüyeceksin.Ben öldüğümde bile yaşıyor olacaksın, uzun ömürlüymüş sizin ırk.

(Bu resimler Kobeyn gitmeden yani 1 sene önce.Ok işareti ile gösterdiğim Körti şimdi diğerinden bile büyük.)


Kapluşun kabuk dökme zamanı gelmiş.Bugün bi baktım bi şey kemiriyor ağzında.Zar zor aldım ağzından baktım ki kabuğu.Küvetinin içinde de bi kaç parça vardı.Hem suyunu değiştireyim hem de biraz rahatlasın hayvancağız dedim yıkadım onu (ashusasıah) Bi sürü kabuk döküldü.Korkmayın kötü bir şey değil.Sadece büyüdüğü anlamına geliyor.Kabuğuna sığmamak deyimi burdan geliyor olabilir hmm...

Öyle işte...Zaman diyorum ne kadar hızlı ilerliyor...

Battaniyem



asauhsuahu beni anlatıyor yahu çok sevdim bu şarkıyı kareli battaniyem dıdıdım ♫♪♫♪♫♪♫♪

patlamış mısır, kahve fincanım
korku filmi
gelmesin sakın üçlü koltuğun süpriz ismi
yordu onların sahte dertleri...

28 Haz 2010

Trainspotting

"Choose life. Choose a job. Choose a career. Choose a family. Choose a fucking big television, Choose washing machines, cars, compact disc players, and electrical tin openers. Choose good health, low cholesterol and dental insurance. Choose fixed-interest mortgage repayments. Choose a starter home. Choose your friends. Choose leisure wear and matching luggage. Choose a three piece suite on hire purchase in a range of fucking fabrics. Choose DIY and wondering who the fuck you are on a Sunday morning. Choose sitting on that couch watching mind-numbing spirit-crushing game shows, stuffing fucking junk food into your mouth. Choose rotting away at the end of it all, pissing your last in a miserable home, nothing more than an embarrassment to the selfish, fucked-up brats you have spawned to replace yourself. Choose your future. Choose life . . .But why would I want to do a thing like that? I chose not to choose life: I chose something else. And the reasons? There are no reasons. Who needs reasons when you've got heroin?"

Hazır kitabı okumuşken filmi bir kere daha izleyeyim dedim.İzledikten sonra kitabı daha sonra tekrar okuma kararı aldım.

Kitaptan uyarlanan filmleri bilirsiniz, kitaptaki bir çok ayrıntıyı çıkarır atarlar geriye daha sade fakat çoğu zaman vurucu bir senaryo kalır.Kitapta filmde bahsedilmeyen bir çok karakter var mesela; Second Prize.Oysa malı satarlarken Renton,Sick Boy,Spud ve Franco'nun yanındaydı.Her neyse işte bir çok detay yoktu ki ben de detaylarla ilgilenen biri değilimdir. [details baby details... ;) ]

Önce filmi izlemiş olduğum için okurken karakterleri gözümde canlandırmak çok daha kolay oldu.Belki önce kitabı okmuş olsaydım ve karakterlerin tiplerini kafamda kendim yaratsaydım filmdekileri beğenmeyecek ve eleştirecektim.Böylesi daha iyi oldu sanırım.

"Dibe vurmaktan çekinmeyenlerin öyküsü Trainspotting,kısa ve hayal kırıklıklarıyla dolu hayatların baştan kabulü.Şimdi ve her zaman, bir-iş-bir-eş-bir-yuva masallarıyla doymaktansa hayatın gerçekleriyle aç kalmayı seçenlerin gün sonu özeti."

Hoşuma gitti.Neden? Çünkü gözümüz,kulağımız tüm bedenimiz,benliğimiz öyle çok dinlemiş ki bazı masalları, artık gerçeğin ne olduğunu ayırt edemeyecek hale gelmişiz.Evet onlar uyuşturucuyla kafalarını buluyorlar,dünyadan kopuyorlar.Peki biz? Biz neden asıl gerçeklerden bu kadar uzaktayız? Acı olduğu için mi yoksa fazla korkak olduğumuzdan mı? Peki ya gerçek ne?

Neyse filme döneyim ben.

Renton'ın klozetin içine girdiği sahne.Herkesin hatırlayacağı bir sahne.Bir de yatakta kriz geçirirken Dawn bebeğin kafasının ters dönmesi, hatta o kriz sahnesinin tamamı.Hahah Spud'ın boklu çarşafı çekiştirmesiyle odanın her yerine bok sıçradığı sahneyi de unutamam.Sick boyun artiz* artiz* havaları (hayır hayır ! artiz* şakasına hayır.) Ha bir de son sahne,Spud'ın parayı gördüğündeki şaşkınlığı ve ardındaki gülümsemesi.Ah..filmin her karesi mükemmel.Soundtrack'i de unutmamak lazım.



NOT
Trainspotting ; Britanya'da tren gözlemciliğine verilen isim.Bir çeşit hobi...

24 Haz 2010

The Black Keys

Yeni keşfetmenin ezikliği içinde The Black Keys dinliyorum şu an.Davulda Patrick,gitarda ve vokalde Dan olan süper ikili.Amerikalılarmış 2001'den beri müzik yapıyorlarmış.İlk dinlediğim anda "ooo iyiymiş be bunlar" diye bir yorum çıktı ağzımdan,gerçekten de öyleler.Sıkılmadan sabaha kadar dinleneyebilirim.Nasıl tanımlasam şarkılarını bilemedim abartısız ama etkileyici.Sakin ama coşturabilir de.Imm sanki 2000'li yıllarda değillermiş gibi sanki eskilerden bir yerlerden geliyorlarmış havası çok hoşuma gitti.Dinlerim ben bunları.
mesela --> Your Touch mesela --> I'll be your man mesela --> Tighten up

22 Haz 2010

Two and two always makes a five

Bugüne kadar hep uzaktan sevdim radiohead'i,koca dişlerini bana doğru gösterirken,salyalarını akıtan pitbullu uzaktan sever gibi.Çünkü biliyordum eğer yakalarsa asla kaçamayacaktım ondan.Bir an için ön yargılarımı atıp titreyen elimle girdim klasöre.Listenin başına bildiğim şarkılarını koydum önce,rastgele seçtiklerimi de sıraladım, bir kaç haftadır dinlemekteyim.Şimdi ise bir kolum onun dişleri arasında...Tuhaf.Kolumu koparmıyor,iğne tadında hafif hafif hissediyorum dişlerini.İnsanı melankolik yaparmış,yok intihara sürüklermiş hede hödö hüdü bi şeyler diyorlar bunlar hakkında.Ben o konuları çoktan kapattığım için mi bilmiyorum artık terapi gibi geliyor müzikleri.Ve çok yakın bir yerlerden,içlerden geliyor ses.Sanırım artık dostuz ve iki kere iki her zaman beştir.

20 Haz 2010

Hachiko : A Dog's Story

Başrolünde Richard Gere'in oynadığı beni hüngür hüngür ağlatan müthiş film.Son zamanlarda zaten artmış olan köpek sevgimin katlanmasına vesile olan gerçek ötesi hikaye.O nasıl sevgidir,nasıl sadakattir(?)En üstün varlık diye nitelenen "insanlar"dan hangisi bu köpek kadar saf ve temiz duygulara sahip?Bahsederken bile içim tuhaf oluyor.Çok duygulandım,çok!Bi de 1 hafta önce başka muhteşem bir köpekle vakit geçirince daha bi dokundu film.Her sabah istasyonun önünde sahibini yolculayan ve akşam olduğunda karşılamaya gelen Hachiko'nun sahibi öldükten sonra ölümü kabullenmeyip istasyonun önünde onu beklemesini ve tam 10 sene sonra yine istasyonun önünde sahibini beklerken ölmesini izleyip de duygulanmayan insana...diyecek sözüm yok.Herneyse.İşte bu yüzden onlara dost diyoruz...(Şimdi gel de "aşıkım ben" diye platonik aşkından bahsederken ağlayan lise arkadaşına duygulan...basit basit basit! basit şeylerden nefret ediyorum!)

Gerçek Hachiko Japonyalıymış.Yaşadığı yerin halkı yaşanan durumdan çok etkilenip Hachiko'nun ölümü ardından onun anısına heykel yaptırmış.Ayrıca bu kahraman köpeğimizin cinsi Akita imiş.

chris3ff


Bir gün You've got to hide your love away 'in coverlarını ararken sevgili youtube'da bu sevimli çocukla karşılaştım.Cover'ı izledikten sonra "kanalına da gireyim gezeyim bari" dedim bir kaç video daha izledim.Sol taraftaki bisürü video arasında If you want to sing out,sing out gözüme takıldı,açtım,dinledim ve bayıldım.Alttaki bilgi kısmında ise şöyle yazıyordu "I first heard this song in the film Harold & Maude. I've been in love with it ever since.".Böyle güzel bi şarkı ancak güzel bir filmde çalar diye düşünerek filmi buldum,izledim ve bayıldım.Hiç tanımadığım bu genç sayesinde harika bir film izlemiş oldum.Teşekkür ederim chris3ff!

19 Haz 2010

Leave Before The Lights Come On


Arctic Monkeys'in sevdiğim tek parçası bu sanırım.Şarkıyı sevmemdeki sebep de bu enfes klip olsa gerek.Klipte oynayan adam, Paddy Considine'i Coldplay'in God Put a Smile Upon Your Face klibinde de görmeniz mümkün ki o da muhteşem kliplerden biridir.

17 Haz 2010

Black hole sun won't you come and wash away the rain?

Hani bazı şarkılar vardır seversiniz ama öyle sık sık dinlemezsiniz sonra bir gün bir yerde duyduğunuzda aklınıza gelir tekrar yüzünüzde kendinden emin bir gülümseme belirir,göğsünüz kabarır,heyecanlanırsınız da ama soğukkanlılığınızı korumakta ısrarlı görünürsünüz ve o leziz şarkının uzun aradan sonra verdiği tadın keyfini çıkarmaya başlarsınız.O şarkılardan biri Black Hole Sun benim için.Ha bak aklıma gelmişken bir de Jeremy var.Oturup da "dur bi dinliyim şunu" demem ama arada bir rastladığımda çok hoşuma gider.Ve sanıyorum ki bu şarkıların büyüsü de bu.Dilinize değil kalbinize dolanıyorlar.

16 Haz 2010

Hello Wisconsin

Okullar tatil olmuştu yapacak şey arıyordum ,canım da sıkkın geçtim televizyona kanal kanal geziyordum.Gezerken dizi smart diye bi kanalda durdum.Severim belki umuduyla izlemeye başladım o anda oynayan diziyi.Hiç unutmam o ilk izlediğim bölümü.Forman ve Pinciotti aileleri Forman'ların evinde kağıt oynuyorlardı.Baktım fena değil izlemeye devam ettim.Hoşuma da gitti hani.Ertesi gün kanal kanal gezerken yine rastladım bunlara.Hergün hem de bir kaç kez yayınlıyorlarmış meğer.Kısa sürede müdavini oldum günde kaç kez veriyorlarsa o kadar izliyordum.Pek televizyon izleyen biri değilimdir daha önce de hiç bi diziyi bu kadar sevmemiş ve takip etmemiştim ama That 70's Show'u gerçekten seviyordum.Sitcom olan dizi 70'lerde Wisconsin'de yaşayan bir grup gencin başından geçen olayları konu alıyor.Dizideki karakterlerin her biri farklı her biri ayrı ayrı komik.Bu gençlerimiz Forman'ların bodrum katındaki mekanlarında takılırlar genelde.Eric ve Donna gibi Kelso ve Jackie de sevgilidir.Eric sıska,sakar,saf bir gençtir.Donna ise onun tam tersi.Kelso şapşal ve grubun en salağıdır,her türlü aptallığı o yapar ama içinde iyi biridir.Jackie güzel,zengin,şımarık amigo kızdır.Fez nereli olduğu belli olmayan çok tuhaf konuşan en şeker en masum karakterdir.Hyde ahh en sevdiğim karakter kendisi.Gözlüğüyle,saçlarıyla t-shirtleriyle ve umursamaz tavrıyla harikadır.Red Forman gençlerin yaptıklarını tasvip etmeyen oğlunun ne kadar beceriksiz olduğunun farkında olan sinirli bir babadır.Kitty, gülüşü harika ve sürekli yemek yapar :D. Ahh işte öyle..
Red Forman'ın "Dumbass"ini
Kitty'nin gülüşünü
Fez'in peltek konuşmasını
Eric'in sakarlığını
Kelso'nun şapşallığını
Hyde'ın t-shirtlerini, gözlüğünü
Jackie'nin aptallığını
Donna'nın saçlarını
Hepsini özledim.Tüm bölümleri tekrar tekrar izleyebilirim. = That 70's Show =(

Pisces

Burçlara takıntılı değilimdir ama "fala inanma falsız da kalma" düşüncesine dayanarak kendi burcum hakkında yeterli bilgi birikimine sahibim.İyidir balıklar,sakin,zararsız,duygulu kimseciklerdir.Başkalarına göre minik bir akvaryum gibi gözüken dev okyanuslarında kendi hallerinde yaşar giderler.Fazla söze gerek yok balık işte. Ama şu sevdiğim insancıkların, daha sonradan balık burcu olduklarını öğrenince pek seviniyorum.

Bkz : Chris Martin , Danny Masterson ,Lou Reed, Emile Hirsch , Albert Einstein , Frédéric Chopin, Wilhelm Stekel, Arthur Schopenhauer, David Foster Wallace, Chuck Palahniuk
ve .....

14 Haz 2010

Aleka's Attic

Adı gibi tavan arasına kaldırılmış bu sevimli grup ile, seyretmeye doyamadığım solisti River Phoenix sayesinde tanıştım.Phoenix'i My Own Private Idaho 'da izledikten sonra etkisini bir kaç gün üzerinden atamamamla hakkında araştırma yapmaya karar verdim.Çok etkilenmiştim.Kolay etkilenmeyen biri olarak mutlaka bir şey bulacaktım River'da,kesinlikle bir şeyler vardı.Neyse efendim girdim sevgili wiki amcaya ve gördüklerim karşısında içimdeki tüm kanı pipetle çekmişler gibi hissettim."Neden iyiler hep erken ölür" diye isyanlara başlıyordum ki alışık olduğum bir durum olduğu için "peki" deyip geçtim hayatını okumaya.Ve buldum.Mutlaka bir şeyler var demiştim ve buldum evet.Kendisi harika aktörlüğünün yanı sıra müzikle de ilgileniyormuş.Heyecanlandım tabi hemen bir kaç şarkısını dinledim baktım hiç de kötü değil indirdim albümü, listeye koydum, dinliyorum sonra tanıdık bir ses duydum bir şeyle ilgileniyordum ki fazla takılmadım. Şarkı ilerledikçe heyecanım arttı Nirvana'nın With The Lights Out derlemesinden "Opinion" şarkısıydı bu.Sevindim sanki kaybettiğim beyaz penamı bulmuş gibi.O hafta boyunca şarkının iki versiyonunu dinleyip durdum.Ve artık River da Aleka's Attic de benim için neredeyse Nirvana kadar önemli ve değerli oldu.

12 Haz 2010

Hey Jude


Dünyanın en harika varlığının,dünyanın en harika grubundan en harika şarkıyı bu kadar harika seslendirmesi kadar harika başka bir şey biliyorsanız bana ulaşın => mosquitoism@hotmail.com

Ne tür müzik dinlersin?

sorusundan nefret ederim.İnsan nasıl olur da sürekli aynı tür müzik dinleyebilir ki.Sadece müzik için geçerli bir şey değil bu.İnsan sürekli değişiklik ister, yenilik ister.Hergün aynı duygular içinde olmamız imkansız değil mi?
Biz değişiyoruz,duygularımız değişiyor,tavırlarımız değişiyor,çevremizdeki insanlar değişiyor,mekan değişiyor,zaman değişiyor her şey her gün değişiyor.Bütün bunlar değişirken tek bir müzik türü tüm bunlara yetişemez.Benim için en azından.Birbirinden çok farklı bir çok müzik türünü dinler,severim.Her günüme, her ruh halime uygun şarkım vardır listemde.Hoşuma gidiyorsa her türü dinlerim.Hayat benim dünya benim müzik benim.Kimse sormasın bu yüzden o soruyu bana.Ben sadece "müzik" dinliyorum.Bir gün Coldplay dinlerken ertesi gün Sex Pistols ya da bir gün Beatles dinlerken ertesi gün Sonic Youth dinleyebilitem var.Müzik seninle vardır ve sen ne isen müzik de odur.

Sarsak

Hani ben sarhoş adımlarımla bağırarak şarkı söylerken insanların çatalla karpuz yiyen gergedana bakarmış gibi bana bakmaları varya.İşte onu anlamıyorum.

11 Haz 2010

ÇöpAdam

Kim bilir?
Sıkılmış kaç gencin kitabında barındın?
Kalemle yeni tanışmış kaç küçük yamulttu yüzünü gözünü?
Kaç kez karalandın kaç kez boyandın?
Kaç kez mutsuz oldun bir çizikte kaç kez mutlu?
Bıkmadın mı ÇöpAdam?
Sıkılmadın mı bizden?
Bilmem. Kaç kez ben de eğlendim seninle?
Ama inan kötü niyetsiz,masum ve sevgi dolu
Şekilden şekile soktum seni.Affet ÇöpAdam!

Hayır "cinali" değil!

Denizler


Bugün, pek zamandır yapmadığım bir şeyi yapasım geldi; ailemle dışarı çıktım.Sahile gittik,babacığım ile küçük taşlar topladık.Tam dönecektik ki burnumuza balık kokuları geldi.E baba kız balık aşığı olduğumuzdan hemen indik arabadan, verdik siparişimizi.Annem pek lüks düşkünü , pek hanımefendi bir kişiliktir(!) bu tür mekanlarda yemek yemeyi sevmez aslında ama bu sefer sesini çıkarmadı.İşte oturduk annemle deniz kenarındaki masaya babam da balıkları almaya gitti.Yakın masalardan birinde 2 çocuklu genç bir çift oturuyordu.İki bıcırık velet yemek boyunca susmadılar sürekli bir şeyler anlatıyorlar,konuşuyorlar filan.Ben de bilerek ve isteyerek kulak misafiri oldum konuşmalarına.Küçük olanın konuşmalarından çok etkilendim yanlış duymadıysam ismi Mehmet idi.Martılardan filan bashediyorlardı sonra birden şiddetli bir ses tonuyla denize bir şeyler atan insanları göstererek babasına şöyle dedi ; "babaaa! DENİZİME çöp atıyorlar, pisletiyorlar onu" ve bunu bir kaç kez tekrarladı.Denize çöp atıyorlar demedi deniziM dedi.Küçücük boyuyla koskoca denizi sahiplenecek kadar dev bir kalbi varmış.O an kendimi iyi mi hissettim kötü mü bilemiyorum, çok tuhaftı.Çocuğun geleceğini düşündüm...Bunun gibi yüzlercesi olsa dünya çok daha güzel olmaz mıydı?