Sayfalar

16 Kas 2010

1994 - ????

Küçükken bu yaşadığımız anların aslında çoktan yaşanmış ve bitmiş olduğunu sanıyordum. Hani sinemaya gittiğimizde kısa süreliğine hayattan kopup kendimizi filme kaptırdığımız anlar vardır ya, işte sanki hep o sinema koltuğundaymışım gibi hissederdim. Her şey yaşanmış ve bitmiş. Geçmiş nasıl değiştirilemezse gelecek de aynı, çoktan geçmiş. Diye düşünürdüm.
Güldüğümde filmin komik ya da neşeli bir sahnesini, ağladığımda hüzünlü bir sahnesini izliyormuşum gibi gelirdi. Uzunca bi' zaman hep böyle düşündüm. Sonra bazı dönemler oldu, kendimi hayatın rutinine kaptırdım. Yaşıtlarım gibi "normal" (neye göre? kime göre?) oldum. Güzellik, çirkinlik, arkadaşlar, alışveriş, okul, erkekler, karşılıksız aşklar vs. sıradan konularla ilgilenmeye başladım. Artık o sinema koltuğunda değildim. Kendimi oyuncu gibi hissediyordum. Şimdiyi oynuyordum.Başroldeydim. Herkes benimle ilgileniyor, her şey benim etrafımda dönüyordu. Yani bana öyle geliyordu. Sonraki üç-dört senede de senarist gibi hissediyordum kendimi. Bu benim hayatım, ben yazmalıyım. Geçmiş geçmiş olabilir ama önümde kocaman bir gelecek var, bunu şekillendirmek benim elimde. Diyordum kendime. Son zamanlarda ise ( bir seneden fazla ) hiçbir şey hissetmiyorum. Ama anladığım bir şey var. Önemli olan yönetmen olabilmek. Oyuncu,senaryo hatta izleyici kitlesi, her şey yönetmene bağlı. Fakat ne yazık ki kimsenin kendi hayatında yönetmen olduğunu sanmıyorum. Biri/leri ya da bir şey/ler tarafından yönetildiğimiz gerçeği ağır basıyor. Bu konudaki şüphelerim had safhada olduğu için yazımı burada noktalıyorum.

Nokta,nokta,nokta.

Hiç yorum yok: